İzmir tarihini sevenler, meraklıları bilir: “Meserret ile Şükran”, tarihi Kemeraltı çarşısının iki eski otelinin adıdır. Bıçkın bir delikanlı ile esrarengiz bir genç kızın hayatı burada kesişir. Kemeraltı’nın sesi, o eski yılların otel hayatları, odalara sıkışan özlemler, aşklar, bedbahtlıklar ve dert ortaklıkları; bu iki gencin travmaları ve özlemleri üzerinden anlatılmaktadır… Günlük hayatında ve arkadaşlık ilişkilerinde racona ters düşmemeye çalışan bir delikanlı ile adını bile yeni öğrendiği babasını aramaya gelmiş bir genç kızın manzum hikâyesi. İlk bölüm Meserret’ten başlar: “Terso da gitse hayat / Yakınmazdık” diyen bıçkın delikanlı, bu otelin mukimidir. Anlatıcı, hayatına dair trajik bir dokunuşla dağlar önce hikâyesini, annesinin öldüğü haberini “Benim annem sağ mıydı?” diye karşılayarak. “Şükran” başlıklı ikinci bölüm ise, söylenti ve merak sonucu hikâyenin ortasına düşen esrarengiz kızın ağzından, Meserret’in karşısındaki Şükran Oteli’nden sürdürür olay örgüsünü. Bir nevi, Basmane garından çantası, elinde bir pusula, zulasında bir eski fotoğrafla katılır hikâyemize. Tutunmaya çalışanlar, inatla ben de varım, yaşıyorum diyenler. Oluruna bırakanlar… Tüm bunların arasında sıkışıp kalmış bir aşk… “İzmir’e Saygı Ödülü” alan kitabında Ferhat Fuzuli şiirsel bir dil ve içe dönük bir kurguyla dinletmektedir Kemeraltı’nın sesini. Şayet İzmir değmişse bir zaman sizin de hayatınıza, Meserret ile Şükran sizi tel tel ürpertecek. Kâh İzmir’de tattığınız hazların bahtiyarlığından, kâh teğet geçerek kaçırdığınız mutlulukların kederinden...
Tanıtım Metni